Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Kitaplar Adası-Cumhuriyet Kitap Eki (17 Haziran 2004)

M.Sadık Aslankara

Öykücülüğümüzde zorunlu bir uğrak: Orhan Kemal

Orhan Kemal, ne yapılıp, edilip öyküde hak ettiği yere oturtulmalı bir an önce. Orhan Kemal yalnız Türkiye'nin değil, dünyanın da büyük yazarlarından biri!

İlk okumalarımla birlikte önüme çıkıvermiş yazarlardan biridir Orhan Kemal. Öykücü olaraksa ilk yazarım benim... Yeniyetmeliğimde öykündüğüm yazar oldu o... Onu bulabilmemde, Varlık dergisiyle yayınlarını süreğen olarak izlemenin de büyük rolü vardı kuşkusuz.

Orhan Kemal'in öykülerini okur, sonra da onunkine benzeyen öyküler yazardım 1960'ların ilk yıllarında. O sıralar ötekilerini tanımıyordum henüz. Varlık Yayınları, 1965'de Sait Faik'le Sabahattin Ali'nin "Bütün Eserleri" dizisine başladıktan sonra tanıdım bu iki öykücümüzü. 70'lerdeyse Oktay Akbal'ı Nezihe Meriç'i, Haldun Taner'i okumayı tamamlamıştım artık. Tuhaf ama Memduh Şevket Esendal'ı(MŞE) tanıyışım daha sonraya kaldı ne yazık ki, öteki kuşaktaşlarım gibi. Çünkü o sıralar MŞE'nin öyküleri, alıştığınız, takipçisi olduğunuz kitapçılardan hemence edinebileceğiniz yaygınlığa ulaşamamıştı henüz.

Yukarıda adlarını andığım yedi öykücüyü, aradan şunca yıl geçtikten sonra, kimi yazılarımda, bir süredir vurguladığım üzere Cumhuriyet dönemi Türk öykücülüğünün "yedi harikası" olarak gösteriyorum artık. Ne var ki bu yedi harikanın en tanınmışları Sait Faik'le Sabahattin Ali... Ötekileri, bu arada Orhan Kemal, ne yazık ki örtük bir ilgiyle karşılanıyor yazın kamuoyunda...

Oysa diğer beş yazar da bu ikisi kadar okunmayı hak ediyor.. Sözü Orhan Kemal'e getirirsek, o da öykücülüğümüzün yedi harikasından biri, öyleyse gelin, doksanıncı doğum yılında, yeniden tanımaya çalışalım Orhan Kemal'i, öykücülüğünü...

ORHAN KEMAL'İN İLK ÖYKÜLERİ

Orhan Kemal, ilk öykülerini 1940'tan sonra yayımlamaya koyuldu... Şiiri bırakıp öyküye yönelişinde Nâzım Hikmet'in büyük rolünün bulunduğu öne sürülebilir. Nâzım, "Siz düzyazı yazın düzyazı," demiştir Orhan Kemal'e, "sonra uzun uzun anlat(ıp)" "küçük hikâye deneme(si)"ni (Orhan Kemal; Nâzim Hikmet'le Üç Buçuk Yıl, Tekin, dördüncü basım, 2000,34-40) önermiştir ona...

Orhan Kemal'in öykücülüğüne değgin iki önemli çalışma var elimizde. Asım Bezirci'nin Orhan Kemal (Evrensel, 1994), Hikmet Altınkaynak'ın Orhan Kemal'in Hikâyeciliği (Adam,2000) adlı kitapları... Orhan Kemal'i yakından tanımak bağlamında, bunlara Nurer Uğurlu'nun Orhan Kemal ve İkbal Kahvesi'ni (1973), Fikret Otyam'ın Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları'nı (1975), Muzaffer Buyrukçu'nun Arkadaş Anılarında Orhan Kemal'ini (1984) eklemek olanaklı elbette.

Gerek Bezirci gerekse Altınkaynak onun öykü kitaplarını, yayımlanış tarihlerine göre şöyle sıralıyor: Ekmek Kavgası (1949), Sarhoşlar (1951), Çamaşırcının Kızı (1952), 72.Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş Payı (1957), Babil Kulesi (1957), Dünyada Harp Vardı (1963), Mahalle Kavgası (1963), İşsiz (1966), Önce Ekmek (1968), Küçükler ve Büyükler (1971), Yağmur Yüklü Bulutlar (1974), Kırmızı Küpeler (1974), Oyuncu Kadın (1975), Arslan Tomson (1976), Serseri Milyoner, İki Damla Gözyaşı (1976). Bezirci, bu listeye son olarak İnci'nin Maceraları'nı da (1979) ekliyor...

Orhan Kemal'in, öykü yayımlamaya koyulduğu tarihten ölene dek geçen otuz yıl boyunca, aksatmadan öykü yazıp yayımlamayı sürdürdüğü görülüyor... Ne var ki, onun ilk öykü kitabı Ekmek Kavgası'nda yer alan öykülerin tarihleri dikkate alındığında, kitaplaştırdığı ilk ürünlerinin 1942'de yazıldığı anlaşılıyor. 20'li yaşlarını süren delikanlı Orhan Kemal'in, yayımlamaya koyduğu ilk ürünlerinde bile bir düzey, olgunluk, ötesinde ustalık yansıttığı söylenebilir.

Orhan Kemal, öyküye başlarken, Sabahattin Ali sonuna gelmişti güzelim ömrünün... Sait Faik'le birlikte bu iki büyük ustanın yanında, ara vermeden, üstelik bağımsızlığını koruyarak öyküyü sürdürmek kolay mı? Onlardan etkiler aldı ama onlara karşı farklı, apayrı bir öykü yolundan gitti Orhan Kemal.Gerçekten de onun öykücülüğü, hiçbir etkiden iz taşımadığı gibi, ilk bakışta kendisini kolayca ele veren bir öykücülükte değil! Deyiş yerindeyse, yazarının kişisel özelliğine uyan alçakgönüllü bir öyküleme bu... Ürünler okunduğunda, öykülemedeki bu tutum açıkça görülebiliyor çünkü.

Yukarıda adlarını andığım yedi harika arasında dördü var ki, öykümüzün "büyük birader"leri onlar: Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik, Orhan Kemal... Çünkü bu ustalar, kısa öykünün gizini çok iyi biliyor! Günümüz öykücüleri, dört büyük biraderin adını dağlara taşlara yazsa yeridir bence...

HİKÂYE ETMEK Mİ,
ÖYKÜYÜ KURMAK MI?

Orhan Kemal'in daha ilk verimlerinde göze çarpan bir tutumu var: anlatmaktan, "hikäye etmek"ten alabildiğine uzak duruyor o! İşte Sabahattin Ali'den, Sait Faik'ten aldığı soylu etki burada onun... MŞE'nin de yansıtışındaki gibi, dikkat edilmedikçe göze çarpmayan bir tutum: olupbiteni okurun anlamlandırmasına bırakan bir öyküleme!
Orhan Kemal'in öykü evreni içinde eksiltili bir anlatımı çok önceden kullanmaya koyulduğu da anlaşılıyor. Buna ek olarak, öykülerinin çok büyük bölümünde "son"u da ortada bırakıyor o. Bırakıyor ki, okur tamamlasın bunu...
Evet, okur bütünler öyküyü. Yoksa tümcelerden kalkılarak alımlanması olanaksızdır öykünün. Bu ilk veri, yayımladığı ilk öykü kitabındaki öykülerde açık seçik belli eder kendisini.

Ancak hemen eklemekte yarar var. Orhan Kemal, anlatımcılığa hiç mi hiç kaymayan bir yazar da değil elbette. Nitekim kuşaktaşı öteki yazarlarda, günümüzdekilerde görüldüğünce o da zaman zaman anlatımcı özellik yükleyebiliyor öyküsüne. Hatta tümden anlatımcılığa yaslandığı bile oluyor! Ama o, yine de temelde buna sırt dönmüş bir yazar olarak alınmalı!

Daha 1940 başlarında, öykülerini sinemasal bir kurguyla yapılandırdığı da öne sürülebilir Orhan Kemal'in. Öyle ya, o anlatmayı değil okurun anlamlandırmasını önemsemişse, göstermeyi benimsediğini de ortaya çıkarmaz mı bu? Öykülerinde görsel dizilişe, sinemasal anlatıma yaslanması da bundan kaynaklanıyor olmalı!
Zaten Orhan Kemal öykülerinin kimileyin kısa oyun ya da radyo oyunu, kimileyin kısa film tadı bırakışı, anlatmak yerine anlamdırmayı önemseyişinin göstergesi biçiminde alınabilir pekälâ.

Orhan Kemal'in insan sarraflığının da bunda büyük payı var kuşkusuz! O, İnsanları öylesine yakından tanıyor, onları öylesine içerden bakışla anlatıyor ki birbirinden zengin öykü evrenleri, olağanüstü renkli öykü kişileri karşısında şaşalıyor insan.

Öykücülüğümüzün yedi harikasınca üretilen tüm öyküler için bunu öne sürmek olanaklı! Oysa 1950 kuşağı öykücüleri, kimileyin yapma öykü kişileri, daha doğru deyişle laboratuvar yapıntısı kahramanlar katabiliyorlardı öykülerine. Orhan Kemal'in de biçemce zaman zaman böyle öyküler yazdığı görülmüyor değil, ama onun kahramanları, sanki gündelik yaşamdan cımbızla çekilip anlatıya buyur edilmiş izlenimi bırakıyor her kezinde. Ama asıl önemlisi Orhan Kemal'in her görüntüden öykü çıkarabilen bir yeteneğe sahip oluşu galiba. Çok geniş yelpazede kurduğu öykü evrenleri, onun insanlara art niyetsiz yaklaştığının, kim olurlarsa olsunlar onları anlayışla karşıladığının somut ipuçlarıyla örülü.

Öykülemeyi; bu çerçevede öykü evreni kurup kişileri buraya yerleştirmeyi, sonuçta öyküsünü kurup yapılandırmayı çok iyi biliyor Orhan Kemal! Onun kahramanları, yazınsal gerçeklikleriyle yer alıyor öykülerde. Orhan Kemal, çocukları odakladığı öykülerinde hele, sırat köprüsünden geçer gibidir. Özen gösterilmesi, titiz davranılması gereken çocuğa odaklı öykülerde öylesine içten, sıcak, duyarlı davranır ki küçük öykü kahramanlarına, onun bu tutumu karşısında hayranlık duyarsınız elinizde olmadan.

Orhan Kemal öykülerinin etkileyiciliği biraz da bundan kaynaklanır işte! Ama hemen hiçbir öyküsünden kuru kuruya, şıpınişi yazılıvermiş bir hava yayılmaz yine de.

Kaldı ki Orhan Kemal öykülerinin bir özelliği de, bunları uzatmaya yönelmemesi. Her kezinde tam kıvamında, insanda yerli yerindelik duygusu bırakan bir izlenimle bitiriyor öykülerini Orhan Kemal. Gereksiz yere uzatılmış pek pek bir iki öykü gösterilebilir herhalde, o kadar. Zaten anlamlandırma ağırlıklı öyküler kurması da bunu göstermiyor mu? Yinelemeyi kaldırmadan, anlatımı arındırmadan, şişkinlikleri almadan sağlanabilir mi bu?

KÜL ALTINDAKİ KOR

Zamanında ayırdına varmadığımızı, hâlâ da tam olarak kavrayamadığımızı düşündüğüm Orhan Kemal, büyük öykücü... Kuşkusuz usta bir romancı da. Ama ben onu, öykücülüğümüzde çok daha önemli bir çizgide görüyorum. Çünkü o, bizim öykücülüğümüzün hem yaratıcılarından hem de en önemli damarlarından biri. Onun öyküleri, yazıldığı tarihler de dikkate alındığında, dönemlerinin toplumsal olaylarını aktaran, toplumsal kesitleri, oluşumları, gelişimleri, dönüşümleri haber veren birer belge olarak da değerlendirilebilir kuşkusuz! Öte yandan özellikle kimi öyküleri, zaman zaman klasik Rus gerçekçilerinden örneğin Gogol'den, Çehov'dan esintiler taşıyor görüldüğünce...

Orhan Kemal, bize, yaşamsal olanın öyküye geçirilişiyle ilgili büyük dersler veriyor. Onun, senaryo için yazdığına benzer (Bak.:Senaryo Tekniği ve Senaryolar[Yayına Hazırlayan:Işık Öğütçü], Tekin, ikinci basım, 2003) bir kitap yoksa da elimizde, öyküler okunduğunda "Öykü Yazma Tekniği" gibisinden sanal bir kitabın da gizliden okunacağı umulabilir. Zaten Orhan Kemal'in tüm öyküleri dikkatle tarandığında, kimi öykülerin aynı gereçlerle yapılandırıldığını görmemek elde değil! Çünkü birbirinin değişkesi biçiminde alınabilecek azımsanmayacak sayıda öyküsü var Orhan Kemal'in. Genç öykücüler için bundan daha büyük fırsat olur mu?

Ne ki halkımız, sıradan okurlar, öykücü değil daha çok romancı yanıyla tanıyor yine de onu. Buna bir itirazım olamaz elbette! Ancak Orhan Kemal, ne yapılıp, edilip öyküde hak ettiği yere oturtulmalı bir an önce. Orhan Kemal yalnız Türkiye'nin değil, dünyanın da büyük yazarlarından biri!

Haftaya Orhan Kemal öykücülüğünün bu kez kalbinde gezineceğiz... TIKLAYIN


info@orhankemal.org