Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Cumhuriyet Kitap Eki - 3.6.2004

Konur Ertop

2 Haziran 1970 ‘te aramızdan ayrılmıştı
Orhan Kemal’i Kendi Sesinden Dinlerken
ÖĞRETEN, DÜŞÜNDÜREN, DOSTLARINI ONUNLA YENİDEN KARŞI KARŞIYA GETİREN BİR ŞÖLEN

KARŞIYA GETİREN BİR ŞÖLEN...

2 Haziran 1970’te aramızdan ayrılan Orhan Kemal’in doğum tarihi 15 eylül 1914.Bu demek bu yıl 90 yaşına basıyor.Ölüm yıldönümünden birkaç gün önce onu görmüş geçirmiş, inançlı sesinden dinledim...

Çocuklarının kurup yönettiği “Orhan Kemal Kültür Merkezi” büyük yazarın yapıtlarını tanıtıp yayma yolunda verimli etkinlikler sürdürmekte; Taksim-Cihangir’de Akarsu Caddesi 32 numaralı yapının birinci katında bu değer bilir kuruluşun oluşturduğu Orhan Kemal Müzesi bulunuyor; yanıbaşında da yazarın anılarıyla dolup taşan “İkbal Kahvesi” yazarın okurlarını ağırlıyor.

Sürdürülen çalışmalar kapsamında edebiyat dünyasına kazandırılan önemli ürünlerden biride, “Orhan kemal’in kendi sesinden yapıtları” adını taşıyan kaset.

Orhan Kemal’in sesinin günümüze ulaşmasını , yaşamının noktalandığı Bulgaristan yolculuğunda Sofya Radyosu’nun düzenlediği izlenceye borçluyuz.

Bizim Radyo ve Televizyonumuz,Orhan Kemal’e ödül veren kuruluşlar,yapıtlarını beyaz perdeye taşıyam sinema dünyamız bu büyük yazara hakettiği ilgiyi gösterseydi “Radyo Bulgaria” dan sağlanan kasedin benzerlerine biz de sahip olabilecektik. Böyle bir birikim Orhan Kemal’i yeni kuşaklara daha yakından tanıtabilecekti.

“Orhan Kemal’in Kendi Sesinden Yapıtları”kasedinden ,yazarın gerçekleştiremediği son roman tasarısını öğreniyoruz.

AİLE TARİHİNİN ROMANI

Sofya Radyosu’naki söyleşide Orhan Kemal anlatıyor:

“-İki üç hafta kalmak üzre geldim,(...)Orhaniye’ye uzandığımda-Öyle ya,Orhaniye üzerine bilgi vereyim size-,Orhaniye benim babaannemin ,büyükannemin memleketi. 93 Harbi’nde sekiz yaşındayken kendisinden iki yaş büyük ablasıyla birlikte göçmen kafilelerine karışmış ve Türkiye’ye doğru yol almışlar. Dağlar arasında bağlar, yollar vesaire vesarie diye. Şimdi Bulgaristan’a gelince ne de olsa insan atasının yerini görmek istiyor.Bu bakımdan uzandım, oraya gittim .Fakat çok modern şehir bulduk.Ben hani ne saklıyayım ,böyle kiremitleri yossun tutmuş ,köhne evlerden ibaret eski bir Orhaniye bekliyordumTamamıyla modern bir şehirle karşılaştım.Sordum, büyükannemin ailesine pestilcizadeler derlermiş o zaman, doksan yüz yıl evvel.Telgraf memuruymuş babaannemin babası Tabii gün ola harman ola dedikleri hesap .Hiç kimse kalmamış o zamandadan bu zamana.Kimse bir şey bilmiyor.Sadece müzeyi gezdik dolaştıkBu arada sakiadım başında büyükannemin çocukluğunu,on sekizyaşındaki öksüz kızı ,yetim kızı görür gibi oldum bayağı hislendim.

Büyükannemin oradan göçmen olarak kaçışı,göçmen de değil belki ,bir felaket sonunda bir yagın sonunda ,bir harp sonunda kimsesiz kalaraktan muhacir kafielerine karışaraktan kaçması bende yirmi sene evvelinden beri kafamda bir birikim yapmıştır.Buradan başlayarak bir roman yazmak ...Öyle bir roman olsun ki bu,kısmen Bulgaristan’dan Orhaniye’ den başlasın ,Anadolu’da,Türkiye’de Türkiye’nin ekonomik sosyal politik değişmelerine paralel olaraktan bir ailenin değişen hayatını ihtiva etsin.Bir de zannediyorum bunu tezgahlayacağım .Ki ben bunun üzerinde en az on seneden beri çalışıyorum.”

GERÇEKÇİ EDEBİYATÇI

Orhan Kemal ,1970 yılında Sofya radyosunda konuşurken edebiyatımızı “gerçekçi bir edebiyat” olarak değerlendirmekte:

“-Türk edebiyatı hangi ana hatlada gelişiyor?

-Bana öyle geliyor ki gerçekçilik üzerinde yoğunlaşıyor.Ama tabiki gerçekçiliğin çeşitli türleri deneniyor.Hangi genç yazar kendi sesiyle kervana katılıyor şüphesiz.

-Gerçekçiliğin tam karşısında denemeler yokmu?

-Var.Var ama,tam karşısında değiller galiba.Yani tam karşısında derken şunu anlıyorum: 

Gerçekçiliğin tam karşısı,faşist bir edebiyat,bu yok! Bu kadarı da olacak ,bu da doğal. Doğal da pek öyle ağır basmadığını da idda edebilirim.Daha ziyade gerçekçilik ve gerçekçiliğin yeni şekilleri.Bu kuşaklar çünkü,yeni kuşaklar,onlarda gerçekçiliği deniyorlar.Fakat herkes yukarıda söylediğim gibi kendi sesiyle,kendi edasıyla ,kendi anlatım tarzıyla kervana katılıyor.

BİR ORHAN KEMAL ÖYKÜSÜ

Radyodaki söyleşide söz Orhan Kemal’in Bulgaristan’da basılmış kitaplarına geliyor:

“-Üstat Bulgaristan’da gerek Türkçe gerek Bulgarca olarak yazılı eserleriniz yayınlandı.Duymuşsunuzdur herhalde . Bu hususta ne düşünüyorsunuz? Seçimleri iyi yapmış mı sizce?

-Elime geçenlerden ben çok memnunum.Gerek baskı , teknik hususunda, gerekse diğer özellikleri bakımından çok sevdim,çok beğendim.Sonra bir yazarın yapıtlarının yabancı dillere çevrilmesi o yazara elbettiki gurur verir.Ben de gurur duydum. Tekrar edeceğim, sahiden çok güzel basılmıştı.Onun için bunu seçenlere,basanlara,dizenlere teşekkür etmeyi bilirim.

-Bir ricamız daha var sizden üstat,eserlerinizden bir parça okur musunuz? Seçimi size ait.

-Mesela nerden okuyayım ?El altında şöyle bir kitap var ,bunu da yeni gördüm, yeni verdiler bana ,Türkçe olarak, “Umut Dünyası” diye.Burada kısa bir hikayem var: “Fırlama” diye. İsterseniz bunu okuyayım...”

Söz konusu öykü,yazarın bizdeki “Yağmur Yüklü Bulutlar” kitabındadır.İstanbul’da bir dolmuş durağında çığartkanlık ederek üç beş kuruş kazanmaya çalışan bir çocuğu konu edinir.Çocuk okumak istemektedir;ancak babası bir kadına kapılarak evi bırakıp gittiği için çalışmak zorunda kalmıştır. Arkadaşlarıyla ilişkilerini , özlemlerini ,umudunu yazar - anlatıcının çocukla karşılıklı konuşmasından öğreniriz.

Kitaptaki metinden farklı olarak Orhan Keaml’in Sofya’da okuduğu öykü şöyle bitiyor.

“Güneş,yüklü yağmur bulutlarından kurtulmuştu.”

Bu bitiş ,yazarın “aydınlık gerçekçilik” anlayışının ürünüdür.Bu anlayışı,şöyle açıkladığı anımsanacaktır:

“Ben aydınlık,umut dolu,okuduğum zaman bana yaşama sevinci,kötülüklerle savaşabilme gücü veren romanları,hikayeleri ,şiirleri,bir kelimeyle sanatı seviyorum.”

“Fırlama” öyküsünün banttaki çeşitlemesinde yer alan bitiş tümcesi,yazarın ilk öykülerinden beri uyguladığı , “aydınlık gerçekçilik” anlayışına denk düşen bir bitiştir.Pek çok öyküsü ,böyle umudu,inancı dile getiren bir betimlemeyle sone erer.

Nitekim ilk öykü kitabı “Ekmek Kavgası” nda “Afaracı Hacı Ali” öyküsünün şöyle bittiği burada anımsanmalıdır:

“Huğun içi ılık mayıs ve ıslak saman kokuyordu.”

Aynı kitaptaki “ Bir Kadın” öyküsünün bitişi de şöyledir:

“Kuyrukkaldıranlar,üveyikler,tibiler,bereketli tarlaları cıvıltılara boğarak ,o kesekten o keseğe uçuyor ,tanyarinde güneş,içi kan dolu yuvarlak bir küreyi hatırlatarak yükseliyordu”

NAZIM HİKMET’LE KARŞI KARŞIYA

Banttan, “Nazım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl” kitabından okuduğu bölümde de, “Sosyal Yayınlar” da 1965 yılında çıkan kitaptan oldukça farklı:

“Onunla yalnız kalınca şiirlerimi okumama ısrar etti.Ve,

-Sizi dinliyorum, dedi.

İlk mısralarımı bitirir bitirmez,

-Tamam canım kardeşim anlaşıldı ,diye sözümü kesti.

-Bundan sonrakini oku.

Halbuki ilk mısraıma çok güveniyordum.Fakat ne yapalım,başka bir şiir okumaya başladım. Birinci satırı okudum:

-Hiç birşeye benzemiyor.

Kan beynime sıçradı .Bir şiir daha...

-Berbat.

Ben artık daha fazla okuyamıyordum.

-Canım kardeşim bu edebi zart-zurtun ne değiri var .Tabiri hoş görün.Bu laf tumturağının değeri ne?Çekmediğiniz,bilmediğiniz bir şeyi yazıyorsunuz Allah aşkınıza bu gülünç halinizle kendinizi teşhir ettiğinizin farkında değilmisiniz?

Nazım konuşmaya devam ediyordu.Sözlerine ikide bie realizm ,sosyal realizm,sanat ve hakikat deyimleri karışıyordu.Gözümün önünde İzzet ve Necati,hakkımda ne düşünüyorlar acaba ? İyi ki bu imtihan onlar olmadan yapıldı.

Nazım hakiki deri kaplı bir siyah defterçıkardı ve şu teklifte bulundu:

-Şimdi benim şiirlerimi dinleyiniz.Fakat tenzilatsız,nezaketsizce acımadan ,insafsızca tenkit edilmem şartıyla.

Bende tamam, ilham dolu, harukulade vezinli Hazar Denizi veye Salkımsöğüt gibi şiirleri dinliyeceğimi zannettim.Fakat bunlar yerine basit,hergünkü eda ile yazılmış sözler dinledim.

Okuyor,arada sırada bana bakıyordu.Gözlerini bana kadırıyordu.Şeytan kulağıma,

-Bu kadarını da bende yazabilirim ,diye fısıldadı.

Okuması sona erince gülümsedi.Piposunu tüttürdü ve fikrimi sordu.Ben de şiirlerin harikulade olduğunu söyledim.Oysa bana şüphel şüpheli baktı.İnanmamış olacaktı.

-Bana karşı hep insaflı davrandınız dedi.Piposunu ,birkaç defa dumanını savurarak çekti ve devam etti:

-Benimle çalışmak ister misiniz? Hiç şüphesiz sanata istidadınız var.Ben şiirlerinizi fazla sert tenkit ettim.Kusura bakmayın,fakat iş sanata dayanınca ,hiç şakaya gelemem.Umumi kültürünüzü ele almak isterim.Dayanabilir misiniz? Önce Fransızca,sonra felsefe ve ekonomi - politik dersleri.

Ben ancak başımla tasdik edebildim.

-Yorulmadan ,yılmadan,umutsuzluğa kapılmadan çalışacağınıza söz veriyomusunuz?

-Söz.

O,elini uzattı

-Yemin eder misiniz?

-Ediyorum.

-Aman ne iyi.

O da memnun bir eda ile piposunu tüttürmeye devam etti.İşte karşılaşmamız böyle oldu.

Böylece talebesi oldum.Size anlattığı bu hikayenin manası Tamamen doğrudur.Uydurmuyordu,ben de ona kendimden daha fazla inanıyordum.Şiirlerimi sonradan yok ettim.”

“Orhan Kemal’in Kendi Sesinden Yapıtları” nda yazarın okuduğu “Aslan Tomson” öyküsüde okuyamamış bir başka çocuk olan işportacı Nuri’yi anlatmakta.Çocuğun çevresiyle ilişkilerini ,sığındığı düş dünyasını,gerçeklere gösterdiği tepkiyi canlandırmakta...

Orhan Kemal öykülerinin yanı sıra, “Arkadaş Islıkları” , “Bir Fliz Vardı”, “Dünya Evi” romanlarından bölümler okuyor. Kahramanlarını ne kadar yakından tanıdığı,iyilere sevgiyle yaklaştığı ,onlara kol kanat gerdiği görülüyor.Acımasızlara,kendini olduğundan başka türlü göstermeye kalkanları eleştiriyor, üç kağıtçılara bıyık altından gülüyor.

Öğreten,düşündüren,dostlarını onunla yeniden karşı karşıya getiren bie şölen...


info@orhankemal.org